15 Ekim 2014 Çarşamba

Türkiyelilik performansı...



Türkiye sorunlarını şiddetsiz çözemiyor.
Evet..! Türkiye'de şiddet en geçerli çözüm yolu.
Bunun nedeni ülkece şiddeti sevdiğimizden değil.
Başka çözüm yolu bilmiyoruz.
Peki şiddet sorunları çözüyor mu?
Demem o değil ki.
Elbette bir sorun hangi yolla çözülmesi gerekiyorsa öyle çözülüyor.
Ama o yola girmemizi şiddet sağlıyor.
Çözüm Sürecini zorlayan şey de şiddet değil miydi?
Bugün KÖH'ün vardığı noktaya şiddet sayesinde gelinmedi mi?
Yanlış anlaşılmasın şiddeti savunmuyorum.
Bir durum tespiti yapıyorum.
Şiddet bir güç algısı oluşturuyor. Güç saygınlık kazandırıyor. Hatta sevgi algısı da sağlıyor.
Çoğu kez, güçlüye olan sevgi kendisinden çekinilmesinden kaynaklanır. Gerçek anlamda sevgi değildir ama bu sahteliği çoğu kez o sevgiyi gösteren bile farkına varamaz.
Ama saygınlık gerçektir. Güçlüye saygı duyulur.
Şiddet, güç algısı, saygı-sevgi zinciri bizim gibi bireysel gelişmişliğin geri olduğu ülkelerde ne yazık ki önemli bir olgudur.
Bu olguyu görmeden ve hesaba katmadan durum tespiti yapmak tek kelimeyle sahtekarlıktır.
Çözüm süreci aşamasına vicdan, adalet duygusu gibi yollardan gelinmedi.
Şiddetin sağladığı korku ve sahte vaatlerin uyardığı çıkar duyguları sayesinde gelindi.
Bu sürecin işlediği günlerde şiddet olgusunu cesaret ve samimiyetle eleştirmeyenlerin şimdi gösterdikleri eleştirel(!) tavır bana hiç samimi gelmiyor.

Örneğin; Dağlıca olaylarında ki ‘şike’nin; ülkenin formatlanmasında bir imaj materyali olarak kullanmakla yetinmeyip; bir takım görünmez “demokrasi perileri” tarafından piyasa edildiğinde, aslında ‘şike’nin çift taraflı bir işlevi olduğu hatırlansa ve sorgulansaydı bugün takınılan “aklıselim pozlar” inandırıcı olabilirdi.

Bu sürecin bugün her an düşecekmiş gibi topal seyretmesinin temel nedenlerinden biri de; Şubat 2013’te HDK üyelerinin 'Çözüm Sürecin'i halka anlatmak üzere planladığı Anadolu gezisinin Samsun’da uğradığı saldırıyla sonlandırılmasıdır. Hükümetin bir provokasyonu sonucu bu zor ama doğru yol tıkanmış yerine, “Akil İnsanlar” televolesi yürürlüğe konmuştu.
Böylece ülke insanın vicdanı yerine çıkar duyguları uyarılarak, magazin isimlerle çözüm süreci yürütülmüş, 30 yıllık kanlı bir yolculuğun sonlandırılması ve barış umudu AKP hükümetinin siyasi rant açgözlülüğü uğruna riske atılmıştı.
İşte, o zamanlar “Akil İnsanlar” plasebosuna alkış tutanların bugün yaptıkları itidal çağrılarının önemli bir eksiği var. Samimiyet.!!
Israrla bundan önceki yazılarımda; gerçek bir çözüm sürecinin yolunu bu ülke insanının vicdanından geçirmeden; büyümek, genişlemek, güçlenmek vaatleriyle, Sülün Osman taktikleriyle tamamlanamayacağını yazıp durdum.(*)
Evet, zor ve engebeli ama tek gerçek ve çıkar yoldur.
Öncelikle de kendi görevlerini hatırlamaktan geçer.

KÖH’ün bazalandığı üçlü saç ayağının önemli bir tanesinin Kandil olduğunu hatırlatarak yukarıda anlattığım “şiddet” etkenine dayanan güç ve saygınlığının konforuna sığınarak, onun “Türkiyelilik” performansına not vermeyi bırakıp kendi Türkiyelilik görevlerimizi hatırlamamız gerekiyor.
Kirli hesapların gölgesinde... adlı yazımda belirttiğim;
Yeri geldiğin de Kürt Özgürlük Hareketini de çekinmeden eleştirebilen ama Türkiye insanın vicdanındaki o dumura uğramış kısmına da çekinmeden dokunup, biraz da örseleyerek uyarabilecek irade ve basirete sahip solcular” olarak bu göreve talip olmalıyız.
Aynı yazıdan alıntıyla devam edelim;
Oldukça zor bir görev…
Öncelikle bu ülkeyi, yaşayanlarını gerçekten sevenlerin kimler olduğunu anlatamadan, esasen gerçekten sevemeden başarılabilecek bir görev değil.
Kuruyan dereleri, kirlenen suları, zehirlenen havaları, yok olan toprakları ve pazarlanan yaşamsal kaynakları, kurdu, kuşu, böceği ile sevmeden, yok olmasına karşı mücadele etmeden kesinlikle başarılamayacak bir görev.
Kentlerde yoksul insan kitlelerinin, işsizlerin, hastane kapısındaki çaresizlerin, inşaatlarda, madenler de ölen yüzlerce yakınını kaybeden insanların, can güvenliklerini hiçe sayarak çalışmak zorunda kalan milyonlarca insana, bu çektiklerinin; inançları, mezhepleri ve etnisitelerinden dolayı değil, işçi, emekçi ve yoksul olduklarından dolayı olduğunu anlatacak, anlatması gerektiğini bilen, onlara yaklaşabilen solcular, devrimciler ancak bu zor görevi başarabilir.
İnsanların yanına yaklaşmadan vicdanlarına dokunamazsınız.

Gelin önce kendi Türkiyeliliğimizi hatırlayalım.
Dolaylı ya da dolaysız, bilerek ya da bilmeyerek irileştirdiğimiz bir diktatörlüğün, bizim için inşa ettiği ülke boyu hapishanenin yükselen duvarlarının farkına varalım.

Sınırlarımızın dibinde; gözlerinin önünde kardeşlerin öldürülmesine şahit olanların sokağa çıkacağı belliydi. Bu infialı öfke ve nefrete dönüştüren Cumhurbaşkanın ve İçişleri Bakanının sözlerini hatırlayalım. Küresel Sermayenin coğrafyamız için planlarına biraz olsun ilgi göstererelim. IŞİD canavarının arkasındaki emperyalist güdümlemeyi, bu hükümetin emperyalizmle işbirliğini ve emperyal heveslerini bir kez olsun hesaba katıp yaşanılanlara bir de o gözle bakalım.
Ve Türkiyeli  solcular olarak; "bize düşen görev var mı" diye bir etüd edelim.

Gelin; kendi özverileri, takiyeleri, kanları ve canları pahasına inşa ettikleri konakta KÖH’e tebelleş ve sitemkar kuma olma sevdasından vazgeçip kendi evinde kendi ayakları üstünde durabilen, gerektiğinde acı da söyleyebilen dost olalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.