9 Ekim 2014 Perşembe

Kirli hesapların gölgesinde...


ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey ve ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel IŞİD’e karşı yapılan hava saldırılarıyla ilgili Pentagon’da bir basın toplantısı düzenledi.
O toplantıda Chuck Hagel’in sizi bilmem ama benim tüylerimi ürperten bir ifadesi oldu; “Yinelemek istiyorum IŞİD’e karşı mücadele zaman alacak kalıcı ve sürekli bir kampanya olacaktır. Geçen hafta söylediğim gibi bu Irak değil. Bu bir ilk Irak stratejisi ama sadece Irak değil." diyordu
Yakın zamanda AKP yanlısı ağırlıklı medyada pişirilen bir başka habere göre de bu sürenin adı konuldu. Eski ABD Savunma Bakanı Panetta; IŞİD’e yönelik mücadelenin 30 yıl süreceğinden söz ediyordu.
Çağ dışı yöntemlerle, karargahı sırtında gezen, adeta zırhlı bir kaplumbağa konumundaki bir  terör örgütüne karşı 30 yıl süren bir mücadele.!?
Irak gibi bir ülkeyi sadece bir yılda iç edip, istediği hale getiren, Kaddafi’yi bir ayda halleden ABD ve NATO, mesele IŞİD’e gelince ipe un seriyor.
Zaman gazetesindeki haberde;
IŞİD’e karşı uluslararası güvenli bir karşı kampanya yürütmek amacıyla güvenilir bir koalisyon için en önemlisi Arap ülkelerini dahil etmeye, güçlendirmeye, rehberlik etmeye devam edeceklerini belirten Dempsey, askeri harekâtın IŞİD’in finansmanını engelleme, yabancı savaşçıların katılımlarını ve hareketlerini önlemeyi, özellikle de IŞİD’in sahte hikâyelerini ortaya çıkarmayı, arkalarına saklandıkları dini meşrutiyet pelerininden sıyırmayı içeren kapsamlı bir stratejinin parçası olduğunu açıkladı.” diyor.

Yani ABD’nin acelesi yok. İnsanların ölüyor olması onu telaşlandırmıyor.
Telaşlandırmıyor çünkü aslında planı yürüyor.
Anlaşılan ABD; 30 yıl boyunca, coğrafyamızı istedikleri kıvama getirinceye kadar bölgede fiili ve aktif olarak bulunacak.
Yani bu bölgede kan hiç durmayacak.
Yani Türkiye yıllarca savaş ekonomisiyle idare edilecek.

O güne kadar ayakta kalabilirse tabii…
Ya da antiemperyalist ve antikapitalist kavga aşama kat edinceye kadar.
Kobani’de olup bitenler Emperyalizmin gözetim ve denetiminde gerçekleşiyor.
IŞİD’in sınırlarımıza bu kadar yakın olan Kobani’ye saldırması da emperyalizmin tezgahı…
Kobani ve Suruç’un sonuçta birbirlerine hala kız alıp veren, baba-kız, dede-torun, yeğen-kuzen, hatta kardeş ilişkilerinin bütün canlılığıyla süre geldiği ortak bir coğrafya olduğunu biliyordu.
Kobani’de yaratacağı tehlike, katliam ve zulmün Türkiyeli Kürtlerin haklı tepkisini çekeceği belliydi.
Esasen bunu Erdoğan ve AKP hükümeti de biliyordu. Buna rağmen Erdoğan’ın; sanki bir bilgiyi, üstelik bir planın amacını bildiriyormuş gibi “Kobani düşecek” gibi sözler sarf etmesi bir “İç Savaş” amacının bizzat kendisi tarafından taşınıyormuş izlenimi veriyor.
Efkan Ala’nın “misliyle karşılık verilecektir” sözleri, “yaşasın IŞİD” diye bağıran polis, ortalıkta görünen IŞİD ya da protestocu kılıklı provokatörler ve çoğu kez olduğu gibi yer yer amacını aşan taşkınlıklar…
Ve ne yazık ki bu yazı yazılırken haberini aldığım faili meçhul cinayetler...
Bütün bunlar danışıklı bir iç savaş planları gibi geliyor.
Herşeye karşın Selahattin Demirtaş’ın yapıcı bir üslupla hatasız, tavizsiz ve sorumlulukla verdiği basın toplantısı çok yaralı ve umut verici olmuştur.
Hükümeti daha sorumlu olmaya zorlayan akılcı bir konuşmaydı.
Özellikle kendi açımdan dört gözle beklediğim nihayet bir soru üzerine son dakikada yaptığı: “Kobani’ye verilecek desteğin Suriye’de ki savaşa müdahil olma şartına bağlanmasına” itibar edilmeyeceği açıklaması çok önemli.
Emperyalizmin ve Küresel Kapitalizmin bölgemiz ve ülkemiz üzerindeki hesaplarını Kürtler üzerinden yürütmesi çabalarına prim verilmeden, Kürtlerin demokrasi ve özgürlük savaşı yürütülebilir.
Bunun imkanı var.
Kürt özgürlük hareketinin popülaritesinin dış parazitlerinin, dayanışmadan daha çok “abanışma” gösteren şaklabanlarının haricinde yönetici kesimin bu imkanı zorlayacağı da görülüyor.
Günümüzde hiçbir özgürlük kavgası Antikapitalist ve antiemperyalist savaştan ayırt edilemez.  Bu açıdan Emperyalizmin ve Küresel Kapitalizmin kendi krizini aşmak yolunda bölgede yapmayı amaçladığı formatlama çabalarına karşı da mücadele edilmelidir.
Unutmayalım Emperyalizm mamulü IŞİD yapay bir ölüm makinesidir. İslami yanından daha çok finansal yanı daha önemlidir.
Türkiye’deki hükümeti sorumlu davranmaya zorlayan kitlesel eylemler çok önemlidir. Aynı zamanda sosyal medyada yükseltilmesi gereken teşhir ve demokratik kamuoyu oluşturma çabaları da…
Ancak bu eylemler ve söylemler gezi ruhunu zedelemeden, hatta onun izinden gitmelidir.
Kobani’de olanlar bir ulusun var olma kavgasının bir parçasıdır.
Ama aynı zamanda bir insanlık dramıdır. IŞİD’in Musul’da, Kerkük’te yaptıklarından, El Nusra’nın Suriye köylerinde yaptıklarından farkı yoktur.
Burada açıkça görülen şudur; Emperyalizm ve Küresel Kapitalizm'in hedefine varmak için kullanmayacağı, ama aynı zamanda ayaklar altına almayacağı hiç bir değer ve kavram yoktur.
İnsan hayatının kapitalist kar güdüsü nezdinde herhangi bir değeri de...
İşte bu noktada; ben mücadelenin “İnsan hayatı mı yoksa kar mı” ekseninden yürümesi daha mümkün ve daha kapsayıcı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu eksene tüm Anadolu emekçi ve yoksul halkını kapsayan, benim Ben Horasan'dan gelmedim. Ne olacak şimdi? adlı yazımda kendimce tanımlamaya çalıştığım Anatolyan diye tanımlamaktan keyif aldığım ve kendi aidiyetimi de içerdiğini düşündüğüm “Ulus”un (ya da ne ad verirseniz)  var olma kavgasını da oturtmak mümkün.
Yazının başına dönersek…
Sendika.Org’da çevirisi yayınlanan yazıda anlatılıyor; “Aralık 2004’te Bush yönetimi döneminde Milli İstihbarat Konseyi (NIC), Batı Akdeniz’den Orta Asya’ya ve Güney Doğu Asya’ya kadar uzanan yeni bir Hilafet’in 2020 yılında ortaya çıkacağı ve bunun Batı demokrasisi ve değerlerini tehdit edeceği kehanetinde bulundu.”
Bu “Medyum Memiş” “kehanetinin IŞİD lideri Ebu Bekir El-Bağdadi’nin 29 Haziran 2014’deki PR ilanıyla çok iyi reklam yaparak Hilafeti kurmasıyla” bu kadar örtüşmesi bize böylesi kehanetlerin daha önce nasıl gerçekleşti(ril)ğini hatırlatıyor. Daha yalın bir okumayla Emperyalizmin bölgemizde ne kadar büyük oynadığını da gösteriyor.
ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey ve ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel’in söyledikleriyle birleştirdiğimizde Küresel Kapitalizmin -bütün bu toz duman içinde saklanan- kronik krizinin tek ilacı olan ‘sürekli büyüme ve sürekli artan kar’ uğruna milyonlarca yaşama mal olacak planlar söz konusu..
 O yüzden “İnsan hayatı mı yoksa kar mı?” ekseninde, belirttiğim yazıda kendimce tanımladığım;
tek bir etnisiteyle adlandırılamayacak kadar büyük;
bilinen hiçbir tarihle başlatılamayacak kadar kadim;
tek bir canlı türüyle sınırlanamayacak kadar geniş;
Yaşamın düşmanlarını, kirletenleri, metalaştıranları, satanları, betonlayanları, ezenleri, sömürenleri, despotları, patronları, ağaları, aşiret reislerini, şeyhleri, kanaat dayatıcılarını bünyesinde barındırmayacak kadar ari bir ulus”
olan Anatolyan’ların “bir şafak vakti karanlığın kenarından
ağır ellerini toprağa basıp ‘doğrulması gerektiği’ zaman” belki geldi de geçiyor.
Bunun için ülkenin solcularının komplekslerinden ve kendilerini bağladıkları vesayetten kurtularak, işçi sınıfı lokomotifinde tüm Anadolu halkının, çalışanlarının ve yoksullarının da solcuları olduğunu hatırlaması gerekiyor. Onları da anlamak ve onlara ulaşmanın yollarını da araştırmak gerekiyor. Onlara kendilerini birleştiren değerlerin, hiçbir inanç ya da mezheple ve ne Orta Asya’dan, ne Horasan’dan, ne de başka herhangi bir yerden gelenlerle sınırlı olmadığını, Anadolu’nun kadim tarihi boyunca karılmış ve sonradan katılanların bütün değerleriyle zenginleşmiş çok daha büyük bir değerler bütünü olduğunu anlatmak da solcuların görevi.
Kürtlerin uğradığı tarihsel haksızlığı anlatmak da…
Açıkça ve cesurca…
Oldukça zor bir görev…
Öncelikle bu ülkeyi, yaşayanlarını gerçekten sevenlerin kimler olduğunu anlatamadan, esasen gerçekten sevemeden başarılabilecek bir görev değil.
Kuruyan dereleri, kirlenen suları, zehirlenen havaları, yok olan toprakları ve pazarlanan yaşamsal kaynakları, kurdu, kuşu, böceği ile sevmeden, yok olmasına karşı mücadele etmeden kesinlikle başarılamayacak bir görev.
Kentlerde yoksul insan kitlelerinin, işsizlerin, hastane kapısındaki çaresizlerin, inşaatlarda, madenler de ölen yüzlerce yakınını kaybeden insanlara, can güvenliklerini hiçe sayarak çalışmak zorunda kalan milyonlarca insana, bu çektiklerinin; inançları, mezhepleri ve etnisitelerinden dolayı değil, işçi, emekçi ve yoksul olduklarından dolayı olduğunu anlatacak, anlatması gerektiğini bilen, onlara yaklaşabilen solcular, devrimciler ancak bu zor görevi başarabilir.
İnsanların yanına yaklaşmadan vicdanlarına dokunamazsınız.
 
Emperyalizm ve Küresel Kapitalizm sadece Kürtlere değil tüm Anadolu insanına saldırmakta. Hatta tüm coğrafyamıza…
Ne emperyalizm ne de Küresel Kapitalizm birbirinden bağımsız olgular değil.
Küresel Kapitalizmin yayılma refleksi de Emperyalist saldırı anlamına gelir, Emperyalizmin orduları, kurumları ve kirli terör örgütleriyle saldırması da Küresel Kapitalizmin yayılma refleksinin sonucudur.
Ve her zaman mağdur olanlar yoksullardır.
Gerçek anlamda halklar, uluslar da onlardır.
İşte Pentagon’daki bir odada çizilen coğrafyamızda yıllarca sürecek kanlı savaşlara yol açabilecek planların hedefindeki insanlara bunları anlatabilmek, kuru, hamasete dayalı köhnemiş, dayatma aidiyetler yerine; gerçekçi, yaşayan ortak değerler üzerinde bir birlikteliği öne çıkarmak gerekiyor.
Bunu başarmayı amaçlayan solcular gerekiyor.
Yukarıda sözünü ettiğim gibi kompleksiz, doğru bildiklerini söyleyebilen, bunları uygulayabilme iradesine sahip solcular…
Yeri geldiğin de Kürt Özgürlük Hareketini de çekinmeden eleştirebilen ama Türkiye insanın vicdanındaki o dumura uğramış kısmına da çekinmeden dokunup, biraz da örseleyerek uyarabilecek irade ve basirete sahip solcular…
Solcular, devrimciler, sosyalistler veya komünistler…
Yani kendimiz için hangisini seçiyorsak…

Nadi Öztüfekçi
9 Ekim 2014


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Lütfen hakaret içeren yorumlar yazmayın.